DUVAR – Yelken denizciliğinin veya burada tanımlandığı şekliyle denizciliğin insana getirdiği çok önemli bir beceri vardır: Denizde doğa güçleriyle uzlaşmayı şart koşması ve bunun ancak zekaya dayanarak başarılabileceğini göstermesi. İklim krizi karşısında sürdürülebilirliğin çok tartışıldığı günümüzde bu anlamda çok değerli bir miras barındırıyor yelkenli.
Bir anda kesilmişti rüzgar. Üç gündür aralıksız esmiş, teknemizi Tinos Adası’nın rıhtımına yapıştırmış olan rüzgar, bu hiç dinmeyecek dediğim rüzgar bir anda durmuş, babam da hemen fırlayıp hepimizi uyandırmıştı. Bir an önce gitmek istiyordu. Üç gündür bağlı kalmaktan sıkılmıştı. Rüzgardan eser kalmadığından motorla gidecektik. Hedef Pire’ydi. İkaria Adası’ndan gelmiştik. Adadan adaya geçiyorduk ve nihai hedefimiz İtalya’nın Otranto Limanıydı.
Yıl 1978, yaşım on dörttü ama denizde çalışmaya çok daha erken başladığımdan artık babamın deneyimli dümencisi olmuştum. Yine bana vermişti dümeni. Fenerden fenere akıyorduk çarşafa dönmüş denizde. Kikladların içindeydik, sert rüzgarlarıyla ünlü Kikladlarda. O yıllar internet nerede, daha fikir olarak bile bilinmiyordu. Bırakın bugünün hava durumu sitelerini, teknede telsiz bulundurmak bile yasaktı.
Bu yüzden ne kadar deneyimli olsa da denizci, yol uzun olunca sert bir havaya yakalanmak kaçınılmazdı. Bu sefer de öyle olmuş, kapağı zor atmıştık. Tinos’a yelkenle, aniden sekiz kuvvete kadar azmış havada. Ondan sonra da hapsolmuştuk limanda. Şimdiyse Ay ışığı altında tatlı tatlı gidiyorduk. Son derece eski sulardaydık. O sırada o çocuk halimle bunun farkında değildim elbette ama bazı denizler kesinlikle diğerlerinden çok daha yaşlı. Ege de öyle bir deniz. Kim bilir ne tekneler ne deniz araçları geçti bir zamanlar şu anda geçmekte olduğum adaların arasından. İşte kürekli bir tekne görüyorum şurada. Tam önümden, pruvamdan hızlı hızlı geçiyor. Güneye doğru gidiyorlar. Melos Adası olmalı, obsidyeniyle ünlü Melos Adası. Belki de Paros Adası’na gidiyorlar. Tekrar bakıyorum önümden geçen kürekli tekneye.
Bu sefer daha dikkatli. Fena değil, ince uzun bir şey. Kıç bodoslaması epeyce yüksek. Baş bodoslamasıysa yok. Bol sayıda kürek görüyorum. Bizim alıştığımız şekilde yerleşmemiş kürekçiler. Yüzleri teknenin kıçına değil, başına doğru bakıyor, kanolarda olduğu gibi. Belli bir ritim tutturmuş gidiyorlar. Tunç Çağı’nın Kiklad uygarlığının kürekli teknelerinden olsa gerek. Ama Ege Denizi bundan da yaşlı tabii. Birazdan daha derinlere, daha da geçmişe daldırdığımda gözlerimi, bu sefer çok daha ilkel bir kürekli görüyorum. Daha az sayıda kürekçi var; daha ufak ve daha ilkel bir tekne. Bunlar kesinlikle Melos’a gidiyor olmalılar. Arkeolojik verilerden bundan 12 bin yıl önce denizden Melos Adası’na gidip gelindiğini ve buradan obsidyen alındığını biliyoruz. Kürek çekerek yapıyorlarmış bunu. Ya içi oyulmuş kütüklerden ya da hasırdan yapılmış deniz araçlarında. Geride kalmış örnek yok ama daha ince araçların daha iyi performans sergilediklerini keşfedip saldan hemen vazgeçmiş olmalılar. Şu anda benim dümen tuttuğum yelkenli tekneyi görselerdi, herhalde epey şaşırırlardı. Onlardan öncesi de var mıydı acaba? Belki ama elde geride kalmış bir iz olmadığından bilemiyoruz…
teknesi replikasının deniz testi. Tabii zamanla bu
teknelerin gövdeleri de şekil değiştirmiş ve başta
da bir yüksek bodoslama belirmiş.
Ege Denizi’nin denizciliği çok eskiyse de denizciliğin başlangıcı, eğer küresel anlamda böyle bir başlangıçtan bahsedebilirsek, burada değil, başka denizlerde, dolayısıyla daha yaşlı denizlerde. Örneğin, insanlar bundan altmış bin yıl önce Avustralya’ya çıkmışlar. Buzul Çağı’nda bile uzun olan bir mesafeyi geçmişler. Nasıl? Tesadüfen bir fırtına yüzünden sürüklendiler mi? Yoksa sırf bu geçiş için sal veya kano benzeri bir deniz aracı yapıp öyle mi geçtiler? Araştırmacılar ikinci seçeneğe daha eğilimli. Kolay bir iş değil karadan denize, sabitten oynağa ya da daha bilimsel bir dille, statikten dinamiğe geçmek. Ufacık yaştan itibaren denizde olan biri için oynak bir nesne, ayak bastığı yerin sürekli hareket etmesi, sallanması gayet doğal olsa da buna hiç alışmamış biri için epey ürkütücü bir deneyimdir. Hele dar ve ince bir sandala veya kanoya binmeye çalışın, yerinde durmaz o adım attığınız nesne eğer doğru yerlere basmıyorsanız ama her şeyi doğru yaptığınızda bile oynar. Ayaklarınızın altındaki yer duyularınıza tamamen aykırı bir sallantı içindedir, panik tüm bedeninizi ele geçirmiştir, her şeyinizle dik durmaya çalışırsınız ama bir türlü olmaz, sonunda oturmaktan başka bir çare bulamazsınız o kaotik hareketliliğin içinde. İşte birileri oturmamış, aksine bu kaotik hareketlilikte var olmayı öğrenmiş ve o hareketli, o oynak, o sürekli sallanan dünyanın içinde ve o günün son derece ilkel koşullarında, bir yerden diğerine gitmişler.

Avustralya’ya da bu tip sallarla çıkmış olmalı.
İnsanın ilk karmaşık teknolojisidir denizde bir nesneyi götürmeye çalışması. O zamanlarda henüz ne yerleşik yaşam vardır ne de köy ve kentleriyle onun ürünü uygarlık belirmiştir, karmaşıktır çünkü aynı anda üç dinamik sistemle uğraşır: Rüzgar, dalga ve akıntı. İnsan ilk önce dümdüz koymuştur nesneyi denizin üzerine, bir sal olarak. Eline de kürek benzeri bir şeyler almış, belli bir yönde götürmeye çalışmıştır bu nesneyi. Fazla sürmemiştir iki başı sivrilen araçların daha hızlı gideceğini çözmesi. Böylelikle saldan vazgeçip kano benzeri gövdeye geçer. Kürek de güzelleşmiş ve sayısı artmıştır. Ama henüz diğer üç güçle uzlaşmamış, insan kasının sağladığı güçle onlara rağmen yol alır. Tamamen aerobik bir eylemdir; kondisyon ve sürekli kaybedilen enerjinin telafi edilmesi gerekir. Sürtünmeyi azaltmak için deniz aracını giderek daha uzun ve ince yapmayı öğrenir öğrenmesine, bu kürekçinin işini kolaylaştırır, ama bir türlü sürekli beslemesi gereken kasın yerine başka bir şey düşünememiştir. Bu yüzden de gideceği mesafe sınırlı kalır. Pek yer de bulamaz yük koyacak, o kadar kürekçiyle uzun ve ince bir deniz aracında. Taşımacılığı da sınırlıdır dolayısıyla ancak yükte hafif pahada ağır nesneleri taşır. Bu ilkel bir denizciliktir, denizciliğin ilk aşaması, bir bakıma ön-denizciliktir.

da yapılmış veya ahşap iskelet hayvan derisiyle sarılmıştır. Sonuçta iki
başı yüksek, sivri ve boyu da enine göre daha uzun gövdeler belirmiştir
KÜREKTEN YELKENE
Kürekçi karanın denizcisiyse, asıl aşama denizin denizcisi yelkencinin belirmesiyle gelir. Bu çok önemli bir dönüşümdür. Çünkü bu sayede doğa güçlerine rağmen yol alan kürekli deniz aracının yerini, doğa güçlerinden yararlanıp, onlarla uyum sağlayarak giden yelkenli alır. Artık deniz aracı kaba kas kuvvetiyle götürülmeye çalışılan bir nesne olmaktan çıkar. O üç dinamik sistemle uzlaşan bir nesneye dönüşür. Kaba kas kuvveti yine var olmasına vardır ama saatlerce monotonca tatbik edilen değil, kurduğu sisteme belli zamanlarda müdahale eden bir güç kaynağı şeklindedir. Denizcilik aerobik değil, anaerobik bir eylemdir artık.
Peki, nasıl geldi bu dönüşüm? Bir deniz aracını rüzgar yoluyla hareket ettirmeyi düşünmek pek de zor bir şey değil. Deniz üzerinde biraz zaman geçiren herkes rüzgarın itici gücünü hisseder ama yine de hemen gelmez bu dönüşüm. İnsanın dokumayı öğrenmesinden sonra bile uzun zaman almıştır yelkenin belirmesi. Çünkü kürek hali hazırda işini görür ve yelken kısa mesafelerde kürekten hızlı da değildir. Bir de tabii direk, yelken ve onları kontrol edecek aksamı, denizcilik dilinde armayı yapması gerekir. Ek iştir tekneye yelken koymak ve zaten kısa mesafede kürekten daha yavaştır. Ama uzun mesafede tartışmasız liderdir yelken. İlk önce ham madde, ardından ticaret için daha uzak yerlere gitme ihtiyacı belirdiğinde kürekli deniz aracı yetersiz kalır. Çünkü artık toplumlar ve aralarındaki etkileşim ağları belli bir düzeye ulaşmıştır. Bir şeyleri daha uzaktan ve daha fazla miktarlarda getirme ya da oralara götürme ihtiyacı belirir. Doğu Akdeniz’de bu aşamayı Tunç Çağı olarak adlandırıyoruz ve yelkenliler tam da bu dönemde ortaya çıkar.

uygarlığından, yelkeni de olan bir kürekli deniz aracı.
Her iki bodoslama yüksek. Kürekçiler alıştığımız şekilde oturmuşlar
ve yelken de açık. Bu muhtemelen daha çok tören amaçlı kullanılmış
bir deniz aracı ama kürekten yelkene geçişte her ikisinin de bulunduğu
böyle bir aşama olmuş olmalı.
TEKNE YAPIMCILIĞININ KARMAŞIKLAŞMASI
İlk önce ham madde, ardından ticaret için daha uzak yerlere gitme ihtiyacı belirdiğinde kürekli deniz aracı yetersiz kalır. Çünkü artık toplumlar ve aralarındaki etkileşim ağları belli bir düzeye ulaşmıştır. Bir şeyleri daha uzaktan ve daha fazla miktarlarda getirme ya da oralara götürme ihtiyacı belirir. Doğu Akdeniz’de bu aşamayı Tunç Çağı olarak adlandırıyoruz ve yelkenliler tam da bu dönemde ortaya çıkar. Yelkenin sağladığı en büyük avantaj, daha geniş bir gövdenin yapılabilmesini mümkün kılmasıdır. Yük taşıyabilmek için deniz aracının ‘karınlı’ olması gerekir. Karınlı gövdeyi kürekle götürmekse çok zordur. Kürek yine çekilebilir ama böyle bir gövdeye birbirleriyle uyumlu şekilde yerleştirilemeyecekleri için performans düşer. Ayrıca yük alan deniz aracı suya gömülür, yükünü boşalttığında da yükselir.

aracının ortaya çıkışı, açık deniz ticaret
ağlarının belirmesiyle ilişkilendirilmeli. Çok
yakın mesafe ticaretinde çok da ihtiyaç yoktur
yelkene ama uzun mesafelerde yelken
kürekten çok daha avantajlıdır.
Bu da hem küreklerin suya giriş açılarını değiştirir hem de kürekli tekne alçak olmak zorunda olduğundan küreklerin dışarıya çıktıkları deliklerden su gelmesi gibi bir sorun yaratır. Dolayısıyla, kürekli deniz aracının yük taşıma kapasitesi sınırlıdır. Ancak rüzgarla hareket ettirebilirsiniz böyle bir deniz aracını. Bu aracın kürekliye göre hızı düşer; daha doğrusu bu hız rüzgara göre değişir. Ayrıca her zaman istediği rotada gidemez, bazen istediği mesafeye ancak açılı manevralarla yaklaşır ve dolayısıyla daha fazla mesafe gitmesi gerekir. Ama tüm bu dezavantajlara rağmen uzun mesafede çok daha fazla yükü daha hızlı taşır. Tabii böyle bir gövdenin yapılması daha zor. Kürekli gövde elden geldiğince ince ve daha dikdörtgen prizması biçiminde yapılırken, yelkenli gövdenin hem karınlı hem de yüksek olması istendiğinden biçimi bir tür elipsoittir. Diğer yandan bu elipsoidin baş ve kıçları, gövdeyi karınlı yapmak istemenize rağmen, tıpkı kürekli gövdede olduğu gibi elden geldiğince ince olmalıdır ki gövdenin denize girişindeki verimlilik düşmesin. Tüm bunlar tekne ustasının gövdeyi yaparken çeşitli kavisli bölgeleri birbirlerine uyumlu şekilde birleştirmesini gerektirir. Ayrıca kaplama tahtalarının da yeterince bükülebilmeleri gerekir. Tüm bunları göz önüne aldığımızda tekne yapımcısının işi zorlaşmıştır.

yuvarlaklık/eğrilik içerebilir ama yelkenli
deniz aracında bu neredeyse şarttır ve
dolayısıyla bu gövdeyi yaratmak daha fazla
ustalık ve uzmanlaşma gerektirir.
YENİ BİR ALAN: ARMA VE DENGE
Sadece tekne yapımcısının mı? Kürekliyken zaten yeterince oynak, yeterince hareketli bir yüzeyde olan deniz aracı, yelkenli olunca, denkleme rüzgarın da eklenmesiyle kendisini iyice kaotik bir hareketliliğin içinde bulur. Artık yukarı doğru uzanan bir direkte tekneyi sürekli yatırmaya çalışan bir de yelken vardır. Eğer tam arkadan esiyorsa sorun yoktur, rüzgar yelkenin içine hapsolur, deniz aracını itmekten başka gidecek yeri kalmaz. Ama tam arkadan değil de sağlı sollu gibi biraz açılı geliyorsa, baştan veya arkadan fark etmez, işte o zaman rüzgar yelkenin
sağından solundan çıkar ve gövdeyi suya sokmaya, batırmaya çalışır. Gövde yeterince genişse yelkenli belli bir dengede kalır ama değilse o oynak dünya daha da oynaklaşır, yelkenli bir yatar, bir kalkar. Artık bütün maharetini konuşturur dümenci. Bir gözü gideceği rotada, bir gözü yelkende ve onu tutan armada, dalgaların arasına girip çıkan tekneyi dengede tutmaya çalışır. Çok fazla yatarsa tekne, hemen yelkeni tutan halat gevşetilir, rüzgar kaçar, tekne nefes alır doğrulur ama hızı düşmüştür, biraz sonra tekrar gerilir halatlar. Kürekliye göre çok daha dinamiktir. Yelkenlinin dünyası ve denizci daha ilk sert havasında gövdenin genişliği ile yelken arasında bir ilişki olduğunu görür. İnce gövde düşmanıdır yelkencinin. Ani bir sert rüzgar hemen altına alabilir onu. Gövde geniş olmalı ki yatan gövde kendi gücüyle tekrar doğrulsun.

yelkeni sabitleyerek
kullanabilmek için gerekli
aksama verilen addır. Bu
aksam direk, seren, bumba,
makaralar ve benzeri sert
malzemeyi kapsadığı gibi,
halat ve tel gibi yumuşak
malzemeyi ve bunların
en optimum şekilde
ayarlanmasını da kapsar.
Ama tüccar denizci doymaz, daha fazla yelken ister, daha çabuk varmak ve daha fazla yük taşıyabilmek için. Çözüm ya direği uzatmak ya da direk boyunu sabit tutup sayısını arttırmaktır. Birincisi zordur, gövdenin eni de derinliği de belli bir yere kadar arttırılabilir. İkinci yapılırsa arma karmaşıklaşır, çok fazla halat ve tüm bunları idare etmek için de daha fazla denizci gerekir. Karmaşık arma sırf bu işte uzmanlaşan armacıyı yaratır. Hep bir uzlaşmadır yelkenlinin derdi. Küreklide olduğu gibi sana rağmen diyemez doğa güçlerine karşı. Derse ömrü kısa olur, batar. Uzlaşmak zorundadır. Kullandığı nesnenin, yani yelkenin performansı kaslarına değil, zihnine, o zihni kullanarak doğa güçleriyle nasıl bir uzlaşmayı becerebileceğine bağlıdır. Yelkenliyi yaratan, daha fazla ham madde ihtiyacı, daha fazla ticarettir ama onun denizde batmadan bu işlevini tamamlamasını sağlayan şey doğayla uzlaşmadır. Bir bakıma bir sürdürülebilirlik denklemidir yelkenli; yüzlerce yıl sonra dünyanın başına dert olacak ikilemin ilk örneğidir.
Yelken, dolayısıyla denizcinin kaslarından ziyade zekasını tetikler. Kaba kuvvete başvuramaz, o devir kapanmıştır ama uzun mesafelerde zaten bir işlevi de yoktur. Uzlaşmanın yolu zekayı kullanmaktan geçer. Yelken doğaya rağmen değil, onunla uzlaşarak hareket etmenin aracıdır. Giderek daha fazla öğrenir rüzgarı denizci. Örneğin, zamanla yelkenin sadece arkadan gelen rüzgarda değil, daha farklı açılardan esen rüzgarda da işe yaradığını kavrar. Dünyanın birçok yerinde tarihteki ilk yelken şekli olan kare yelkeni çevirir ve yine yol aldığını görür.

yelkenler gibi kare yelken de sadece tam arkadan
esen rüzgarda değil, daha açılı esen rüzgarlarda da
kullanılabilir ama baştan gelen rüzgârlarda verimi
çok daha düşüktür.
Tarihteki ilk yelken kara yelkendir. Diğer yelkenler gibi kare yelken de sadece tam arkadan esen rüzgarda değil, daha açılı esen rüzgarlarda da
kullanılabilir ama baştan gelen rüzgârlarda verimi çok daha düşüktür. Ama sadece bu değil, yükseklik arttıkça rüzgarın hem açısının değiştiğini hem de gücünün arttığını da keşfeder. Yukarıdaki rüzgarı yakalamanın bir yolu direğin uzatılmasıdır ama bunun, yelkenin şekliyle oynamadıkça o kadar da işine yaramayabileceğini de kavrar. Kare yelkenin serenini aşağıya çektiğinde daha fazla rüzgarı daha uygun açıdan aldığını görür. Yelkenci için saatte çeyrek mil bile kazanmak uzun bir yolculukta muazzam bir kazançtır. Günlerce denizde kalacağından en ufak bir verimlilik artışı onu mutlu eder. Böylece kare yelken üçgen şeklindeki ‘latin’ yelkene dönüşür. Bu ilk anda en akla gelen şekil olsa da Akdeniz’in Antik Çağ denizcisi onu daha verimli başka bir şekle daha dönüştürür, latinden bile verimli ‘sakoleva’ yelkene. Özel bir şekildir bu: Neredeyse kare olan şeklin üzerine bir dik üçgenin geldiği, geometride yamuk olarak tanımlanan şekil. Ardından biraz daha oynar kare yelkenle ve ‘pıraçera’ adını verdiğimiz şekli de üretir. Yelken böyle evrilir.

rüzgarlardaki verim düşüklüğü sorunu çözer.
Yelkenli bu yelkenle her türlü rüzgarda nispeten
daha verimli gitmeye başlar.
Bu adlar pek bir şey ifade etmeyebilir ama her üç yelken şekli de yelken performansını daha ileri götürür. Rüzgar artık nerdeyse her açıdan kontrol edilir olmuştur ama daha önemlisi direk uzatma sorunu çözülür. Hem de olabilecek en iyi şekilde. Bu yeni yelkenler üst taraflarında serenlidir veya sakolevanın durumunda yelkenin bir köşesinden diğerine uzanan bir gönderle kontrol edilir.
Direğe göre oynak nesnelerdir her ikisi de. Koşullar gerektirdiğinde dikleştirildiklerinde, direğin boyu, sabit kalmasına rağmen uzar ve yelken daha fazla rüzgar alabilir. Koşullar bozulduğunda da aksine aşağı indirilerek yelken küçültülebilir. Bu daha sert veya daha değişken havalarda da gidebilmesini sağlar yelkenlilerin. İlk başta süratle ortaya çıkan bu yelken şekilleri, çeşitli kombinasyonlarla, buharlı makine ve dizel motorun ortaya çıkışına kadar en az iki bin yıl kullanılır. Armacılık ve arma çeşitliliği yelkenli denizciliğinin en önemli ayağıdır.

etkili kılmak için düşünülmüş bir yelken biçimidir ve
Latin yelkenden bile eski gibidir.
DENİZCİ BAĞLARI VE DENİZCİLİK DİLİ
Yelken kürekten daha karmaşık bir yapıdır, özellikle de sayısı arttıkça. Örneğin, armanın kurulması için tüm o donanımların bağlanması gerekir. Bu donanımların yerleri ve açıları doğru olmalıdır. Bunların bağları da hem sağlam olmalı hem de her yelken denizcisinin kısa sürede anlayacağı gibi, istendiği zaman da süratle çözülebilmelidir. Denizci düğümleri değil, denizci bağları deriz. Düğüm, belli bir bağa verilen addır ve çözülmemesi istenir. Düğüm daha çok balıkçıların tercih ettikleri bağ türüdür. Denizci bağının önceliğiyse çözülebilmesidir. Yük bindiğinde çözülmeyecek ama çözmek istediğinde de hemen çözülecek ve halata, düğüm gibi de zarar vermeyecek. Zaman içinde yüzlerce bağ geliştirir denizci farklı işler için.
Biri diğerinin yerine kullanılmaz çünkü hem verimli değil hem de sakıncalıdır. Her bağın farklı bir işlevi olması adlandırmalarını da şart koşar. Iskota bağı, Balıkçı bağı, Anele bağı, Kazık bağı, Izbarço bağı gibi. Bu arada deniz koşullarının malzeme üzerindeki olumsuz etkisi de dikkate alınmalıdır. İlk başta tel yoktur, bitkisel halatlar kullanılır ve bunların en büyük düşmanı deniz suyu ve güneştir. Özellikle direği sabit tutan halatlar denize çok yakındır. Bu halatların hem en güçlü hem de en korunaklı şekilde bağlanmaları gerekir. Bu yüzden çeşitli işlemlerden geçerler. Bağlara benzer şekilde bu donanımlar da farklı terimlerle adlandırılmıştır. Yelkenli deniz aracında küreklidekinden farklı olarak en önemli sorun söz konusu kuvvetlerin muazzam büyüklükleridir. Bu kuvvetler halatlarla kontrol edilir ama bir halatın ucuna veya altına sığdırabileceğiniz insan sayısı sınırlıdır.

muazzam bir çeşitlilik
sunar. Neredeyse her işin
kendine özgü bir bağı
vardır.
Özellikle yelkenleri tutan serenler yukarı çekilirken o halatın altındaki alana ancak üç, bilemediniz dört kişi sığdırabilirsiniz. Yelken donanımlarına asılırken daha geniş bir alan vardır ama her ne kadar teoride güverteye paralel istediğiniz kadar insan yerleştirebilseniz de ortaya hantal bir yapı çıkar. Demir çekerken bu durum daha kabul edilebilirse de yelken gibi çok daha fazla hareket ve sürat isteyen bir durumda süreçsel hantallık çok da arzu edilmez. Bir halatın ardına on kişi koymak yerine daha az sayıda insan koymak istersiniz. Ama daha da önemlisi, verimi arttırmak için yelkenlerin en iyi şekilde gerilmesi ve ayarlanması son derece önemlidir. Kürekçilik denizciliğinde olduğu gibi insan sayısını arttırmak, halatın ardına çok fazla sayıda insan yerleştirmek verimi arttırmaz. Tam tersine hantallaştırır. Onun yerine makara sistemleri, yani palangalar geliştirilir. Zamanla bunlarda da çok büyük bir tip ve terim zenginliği ortaya çıkar; her palanganın farklı adı vardır. Yelken sayısı arttıkça yelkenliyi götüren sistem, yani arma iyice karmaşıklaşır. Tek bir yelkeni istediğiniz gibi açabilir ya da basabilirsiniz. Ama direk sayısı ve her bir direkteki yelken sayısı arttıkça bu yelkenlerin sırayla açılması gerekir. Rüzgarla şişmiş yelkeni yukarıya çekmek imkansızdır.
O yüzden teknenin rüzgara karşı dönmesi gerekir ki yelkenler yukarı çekerken şişmesinler. Bu da sırayla yapılmalıdır. Yoksa yelkenlinin kontrolü kaybedilir. Diğer yandan, gövdenin boyu uzadıkça en arkadaki dümencinin durumu görmesi ve buna göre manevra yapması zorlaşır. Öndeki denizcilerden yelkenlerin durumuna dair mesaj alması gerekir. Ya da tam tersine dümenci yapılacak manevranın en doğru zamanını söylemelidir. Tabii bu ilişkiyi tek kişi yönetir. Bu kişi kaptandır ve tüm yelkenliyi organize eder. Komutların disiplinli ve hızlı yapılması önemlidir. En ufak bir zaman kaybı malzeme kaybı olarak yansır. Yelkenler basılır basılmaz hemen ayarlanmalıdır. Yavaştan aldıkça rüzgarın parçalayıcı etkisine maruz kalır ve yırtılabilirler. Daha sert havalardaysa herhangi bir gecikme direklerin kırılmasına bile sebep olabilir. Yelken aktarmaları da zordur, herhangi bir hata yelkenlinin dengesinin aniden bozulmasına sebep olabilir. Komutlara uymamak malzeme kaybına neden olabileceği gibi, kazalara, yaralanmalara ve hatta ölümlere sebep olabilir. Bu sebeple yelkenlide özgün bir dil belirmiştir. Bu özünde komutlardan oluşan bir dildir ama sadece on-on beş komuttan ibaret bir dil değildir. Bir yelkenlide ve onun denizciliğinde var olan her şeyin ayrı ayrı adlandırıldığı son derece zengin bir dildir. O derece zengindir ki sadece iş sırasında değil, günlük yaşamda da kullanılır, hatta birçok sözcüğü kara dillerine de girmiştir. Yelkenli, tüm nesneleri ve insanlarıyla birlikte ufak bir topluluktur ve bu topluluk karmaşıklaştıkça dilin de eş derecede gelişmesi gerektiğini gösteren ideal bir örnektir de aynı zamanda. O dil, ilginç bir şekilde, sadece mesleki komut ve terimlerden ibaret değildir, aynı zamanda bu söz konusu ufak topluluğu doğa güçlerine karşı yapayalnız olduğu bir dünyada çeşitli anlatılar ve öykülerle de besler ve destekler. Zamanla kendi mitolojisi bile oluşur.

armasının çeşitli unsurları
yıldızlara denk getirilerek
yol alınır.
Navigasyon ve yıldızlar Gelelim yelken denizciliğinin, hatta denizciliğin en önemli ayağı navigasyona. Yelkenli teknenin ortaya çıkışının sebebi, yukarıda anlattığımız gibi, ham madde ve ticaret ağlarının genişlemesi, belli bir eşiği aşmasıdır. Daha geniş ağlarda seyir yapma zorunluluğu, beraberinde karadan uzaklaşmayı ve dolayısıyla karadan uzakken, karayı göremezken yer bulma ve bu yere giden rotadan kayma sorununu getirir. Bu genişleyen ağlar gece seyrini de şart koşar. Çünkü bazı yerlere ulaşmak için gidilecek mesafe hem bir günden fazladır hem de rota açık denizden geçer, gündüzü beklemek için demirlenecek bir yer yoktur. Kıyı kıyı giderken burundan buruna gitmek ve deniz
aracına zarar verecek taşları ve sığlıkları bilmek yeterlidir. Ama yelkenliler, özellikle omurgadan dibe doğru bir dikey yüzey alanı sağlanmamışsa, giderken yana kayarlar, yani çapraz bir çizgide gitmeye eğilimlidirler. Gideceği yeri görebilen dümenci bu kaymayı sürekli düzeltir. Ama gece de gitmek şart olunca ki bu şart Akdeniz’de Tunç Çağı’ndan itibaren ortaya çıkar, dümenci ne gideceği yeri görebilir ne de bu kaymayı düzeltebilir. Karanlıkta takip edilebilecek bir kara yoktur ama açık denizde kara zaten gündüz bile olsa artık uzakta kalmıştır, görülmez. Gece güneş de yoktur yönünü bulmasını sağlayacak.

daha Tunç Çağı’nda,
denizciler için gökteki
takımyıldızların yerlerini
gösteren küreler imal
edilmiştir.
Adeta karanlık bir çöldedir denizci. Hal böyleyken tek yoldaşı vardır: Yıldızlar. Ama yıldızlar hareket halindedir. Dümencinin önündeki yıldız, bir saat sonra batıya kayar. O yıldızı o şekilde takip ederse o da rotasından giderek kayar ama bir şeyleri de takip etmek zorundadır çünkü yelkenle giden teknesi rüzgarın geldiği açıya bağlı olarak sürekli kayar. Sonunda yelken denizcisi, Tunç Çağı’ndan itibaren her yerde, özellikle de Pasifik Okyanusu’nda, yıldızları kullanmasını öğrenir. Bunun bir yöntemi, teknenin yanında ona paralel ufuk çizgisinden biraz yüksekte bir yıldız seçmek ve bir sonra seçilecek yıldıza kadar bu yıldızı aynı yükseklikte tutarak yol almaktır.
Başka bir yöntem de gökyüzünün en tepe noktasında konumlanmış ve dolayısıyla yerinden çok uzaklaşmayan bir yıldızı veya takımyıldızını ya da gidilecek yolun veya varılacak hedefin tepesinde duran bir yıldızı yelkenlinin direğini kullanarak izlemektir. Doğu batı yönündeki rotalarda da doğuda sırayla beliren yıldızlar belli bir yüksekliğe kadar takip edilerek yol alınır. Hatta bir süre sonra Tunç Çağı denizcisi tüm gökyüzünü bir pusulaya çevirir, hatta daha da ileri gidip daha Minos uygarlığı döneminde denizciye yardımcı olması için gökteki takımyıldızlarının yerlerini gösteren küreler icat eder. Haritalar çizilmeye başlanır, ardı sıra astronomi ortaya çıkar. Bu arada son derece ilkel, kimi bedensel kimi ahşaptan ölçüm aletleri de gelişir. Denizcilik aslında tam da budur: Gideceğin yeri en uygun rotayı seçerek bulabilmek! İnsanın denizle tanışması çok erken olur. Henüz tam anlamıyla yerleşik yaşama geçmeden, daha uygarlık dediğimiz yaşam biçimi belirmeden çok önce, hatta on binlerce yıl önce deniz engelini aşmanın yollarını geliştirmeye başlar. Ama bu henüz denizcilik değil, bir ön-denizcilik, bir karasal denizcilik, ara sıra başvurulan bir beceridir. Bu aşamada elbette en azından yolculuk sırasında aniden değişen hava koşullarında başının çaresine bakmak gibi durumların ve dolayısıyla aynı duruma düşmemek için havayı okumayı öğrenmek gibi özelliklerin belirdiğini görüyoruz. Ama hala büyük ölçüde karaya bağlı bir denizciliktir bu; en uygun koşullarda ve kısa mesafelerde yapılan bir denizcilik. Dağdaki çoban veya bozkırdaki göçebenin becerilerinden çok da farklı bir kategoride değildir. Denizciliğin başlaması hem insan bedeninin deniz aracının itici gücü olmaktan çıkmasını hem de denizcinin karanın navigasyon anlamındaki desteğinden yoksun kalmasını dayatan şartlar belirdiğinde başlar. Buna da ticari ağların büyümesi, genişlemesi sebep olur ve tam bu sırada yelkenli deniz aracı ortaya çıkar. Ama bu öyküsünün sadece yarısıdır. Bu yarısıyla epeyce kapitalist bir varoluşun ürünüdür. Diğer yandan, yelken denizciliğinin veya burada tanımlandığı şekliyle denizciliğin insana getirdiği çok önemli bir beceri daha vardır: Denizde doğa güçleriyle uzlaşmayı şart koşması ve bunun ancak zekaya dayanarak başarılabileceğini göstermesi. İklim krizi karşısında sürdürülebilirliğin çok tartışıldığı günümüzde bu anlamda çok değerli bir miras barındırıyor yelkenli. Yelken denizciliği, her ne kadar ticari sebeplerle gelişmişse de zamanla kendine özgü bir yaşam tarzı ve kültürüyle insanlık tarihine damgasını vurdu. Bu satırların yazarı, bu mirasın farklı kanallarda varlığını sürdürmesi, bir bakıma başlangıç nedeni olan ticaretin dışındaki alanlarda da devam etmesini sağlamak için Kayik1934 adını verdiği bir proje başlattı. Bu motorsuz ve sadece yelkenle yol alacak bir ekolojik yelkenli projesidir. Pek yakında denizlerimizde sadece yelkenle yol alan bir deniz aracı, yani bir yelkenli tekrar gözükecek!
Bu projeyi kayik1934.org veya kayik1934 Instagram ve Facebook sayfalarından takip edebilirsiniz.
*Timuçin Binder, Antropolog ve Denizcilik Tarihçisi, UC Berkeley, Antropoloji
(KÜLTÜR SANAT SERVİSİ)