DUVAR – 2007 yılında Serdar Akar imzasıyla beyaz perdede izleyiciyle buluşan ‘Barda’, bu kez tiyatro sahnesinde izleyiciyle buluşuyor. Işıl Kasapoğlu’nun yönetmenliğinde sahneye uyarlanan oyunda başrolde Tardu Flordun ve Deniz Çakır yer alıyor.
Serhat Yiğit’in yazıp oyunlaştırdığı ‘Barda’, “Biz Size Ne Yaptık?” sorusuyla izleyiciyi derin bir ikileme sürüklemeyi ve gerilim dolu hikayesiyle izleyenlere deneyim sunmayı hedefleyerek; şiddetin bireysel mi, yoksa toplumsal bir sorun mu olduğunu sorguluyor.
‘Barda’nın oyuncu kadrosunda Tardu Flordun ve Deniz Çakır’ın yanı sıra, Barış Özkan, Onur Olgun, Mehmet Konu, Hivda Zizan Alp, Egehan Kars, Mete Toygar Durak, Meriç Taner Kadıoğlu, Derya Kahya, Seda Soysal ve Toygun Elaldı gibi isimler yer alıyor.
Yönetmen Işıl Kasapoğlu, yönetmen yardımcısı Nilüfer Alptekin Noyan ve oyuncularla ‘Barda’yı konuştuk.
‘Barda’ gibi şiddet temalı, çarpıcı bir hikayeyi tiyatro sahnesine taşımaya nasıl karar verdiniz? Oyunun sahnelenme sürecinde sizi en çok zorlayan veya en çok heyecanlandıran anlar neler oldu?
Işıl Kasapoğlu: Çok uzun yıllar, belki 40 yıldan fazladır nedensiz ya da bedava şiddet konusunu oyunlarımın bir yerinde mutlaka işliyordum, aynı zamanda hep aklımda olan bir konuydu. Fransızca’da bedava şiddet “Violance Gratuite” diye geçer ve bu şiddet hepimizin içinde var. Aldığımız eğitim, bulunduğumuz sosyal statü fark etmez. Bir küçük sebep, bu şiddetin ortaya çıkması için yeterli olabilir. Ama neden bu şiddet ortaya çıkar ya da her insanın içindeki şiddetin çıkmasını nasıl engelleriz, bunu sorgulamamız önemli. ‘Barda’ oyunu bana geldiğinde, geçmiş yıllarda anlatmak istediğim, bu bedava şiddet konusundaki fikirlerimden parçalar olduğunu gördüm metinde.
Tüm dünya ve tabii Türkiye farklı bir dönemden geçiyoruz. Artık herkes içindeki şiddet duygusunu tutmak için başka bir çaba sarf etme ihtiyacı içinde. ‘Barda’ filmini tiyatro oyununa dönüştürürken de, yarattığım bu dünyada anlatmak istediğim hikaye, bir nevi Yin-Yang. Yani iyi ve kötünün her birimizin içinde olduğunu anlatmak. Oyunda bir hikayeyi anlatırken, ki ‘Barda’da anlatmak istediğim bir dünya var, burada oyuna gelen izleyicinin, oyun sonrasında farklı ayrılmasını isterim. Soru sorarak, bu oyunu bir nevi bir uyarı gibi almasını isterim. Çünkü şiddet öyle bir şey ki, bu insanlar kötü yetişti kötü oldular diye bir şey söz konusu değil.
Nilüfer Alptekin Noyan: Tiyatro doğası gereği, izleyiciye soru sorar, bazen de izleyicinin yüzüne yüzüne en ters köşe yanıtları verir. İnsanın kendini bu dünyada var edememesi, aslında anlamdıramaması, şiddete başvurmasının nedenlerinden biri. Ancak asıl soru, bu insanın, “kendini gerçekleştirememesi” veya var edememesinin kaynağı, bireyin kendisi mi yoksa içinde bulunduğu toplum mu? Oyunda da bu konuyu sorguluyoruz. Daha da önemlisi, izleyicilerin bu soruyu sormalarına çalışıyoruz, bu soruyu sormalarını istiyoruz.
‘Barda’ oyunu, insana, topluma ve hatta “insanın doğasına” bakan bir oyun. Kimin ne olduğunu bilmediğimiz bir zamanda, çağda yaşıyoruz. Biz, siz, onlar, insanı ötekileştirme, sosyal statü gibi meselelerin artık ucu kaçtı. Ortak bilincimizi sorgulamamızın zamanı geldi. Travmalarımız, ailelerimiz ve sonra birey olarak kendimiz aslında davranış şeklimizi belirliyor. Bu oyunda da bu şekillenme halini çok net bir şekilde anlatıyoruz.
Oyunda soruyoruz, kötüyü seçmek kolay tamam, ama insan neden kötüyü seçer? Kim ona bu kolaylığı sağlar? Artık birilerini suçlama faslını geçtik, insanın dönüp kendine ve yaşadığı çevreye bakması gerekiyor. Bu bilinci yaratmamız gerekiyor. Tam da bu yüzden, “BİZ SİZE NE YAPTIK?” diye soruyoruz. Bu soruyu herkes, toplumun her kesimi hem kendine hem etrafına hem de yönetenlere sorsun.
‘HERKES İÇİNDEKİ ŞİDDETE FARKLI BİR YERDEN BAKSIN’
Oyunu sahneye uyarlarken filmden farklı olarak hangi dramatik unsurları eklemeye veya değiştirmeye ihtiyaç duydunuz? Tiyatroda şiddeti göstermek sinemaya kıyasla daha zor mu, yoksa daha etkili bir alan mı sağlıyor?
Işıl Kasapoğlu: Oyunda şiddetti sözlerle anlatıyoruz, bence bu daha güçlü bir anlatım şekli. Filmde tabii şiddeti çok daha net görüyoruz ama oyunda şiddeti sözlerle izleyiciye hissettirmeye çalışıyoruz. Şiddeti sözlerle göstermek daha zor veya daha kolay değil, galiba daha farklı bir anlatım şekli. Daha etkili tabii bir yandan da. Tiyatroda ‘Barda’ için aklımdaki ve yarattığımız dünyada, herkes içindeki şiddete, etrafındaki şiddete farklı bir yerden baksın. Oyundan çıkınca, kendini yaşadığı dünyayı sorgulasın isterim.
‘FİLMİN ANLATMAK İSTEDİĞİ ŞEYDEN BAŞKA BİR ŞEY ANLATMAYA ÇALIŞIYORUZ’
Senaryo elinize geldiğinde sizi oyuna karşı ne çekti?
Seda Soysal: Ben filmini çok seviyordum. Bir de Işıl Hoca’nın olması beni çok cezbetti oyuna karşı.
Mehmet Konu: Filmi daha önceden izledim ve seven taraftayım. Çünkü şiddet de korku gibi çok güçlü bir duygu. Bazen bir tane sineğe bile çok fazla sinirlenebiliyoruz. Bir filmde, bir hikayede bunu görmek ve bu anlatının içinde olmam beni heyecanlandırdı. ‘Barda’ sevdiğim psikopat filmler içerisinde bulunuyor. Bazen ‘Haydi bir ‘Barda’ izleyeyim’ diye dişlerimi sıktığım bir filmin tiyatro uyarlamasında oynamak, acı çeken tarafta yer almak ilginç bir deneyim olacaktı benim için. Tabii ki Işıl Hoca’nın bu işin içinde olması çok etkileyici oldu.
Hivda Zizan Alp: Metni okumadan önce Işıl Hoca’nın adını duyduğumda proje benim için kabuldü. Metni de okuduğumda ‘Barda’ya böyle bir şansın da verilmesi, farklı bir disiplinde değerlendirilmesi hoşuma gitti çünkü ben sinemadaki dilini biraz pornografik bulan taraftayım. Benim için tiyatroda irdelenişi daha güzel olacaktı ki öyle de oluyor.
Derya Kahya: Kült filmlerden biri “Barda”. Projeyi ilk duyduğumda çok heyecan verici ve iddialı buldum. Tabii ki Işıl Kasapoğlu ismini duyunca düşünme ihtiyacı bile hissetmiyor insan çünkü onunla çalışmak büyük bir şans. Vigor Sanat’a da burada ayrı bir parantez açacağım, yaptığı işleri biliyoruz, onlarla çalışmak da çok keyifli. Bütün parçaları birleştirince böyle bir projede olmak tabii ki müthiş bir şeydi.
Toygun Elaldı: Hivda’nın da belirttiği gibi bu metnin yapılacağını duyduğum zaman şaşırtıcı gelmişti. Çünkü Işıl Hoca’nın tarzı böyle sert, gerçekçi değil. Ama metni okudukça neden yapmak istediğini anladım. Filmde alakalı, şiddeti estetize etme veya meşrulaştırma gibi eleştirileri sorgulayan bir metin. Bence filmin anlatmak istediği şeyden başka bir şey anlatmaya çalışıyoruz. Umarım bunlar seyirciye geçer.
Meriç Taner Kadıoğlu: Işıl Hoca çok büyük bir artı. Ayrıca oyunda biraz güncellik meselesi var. Oyunda yaşanılan şeyler hala şu anda dışarıda bir barda yaşanabiliyor. Bir de hikayenin gerçek olması… İlk film tabii ki hepimizi çok etkiledi ancak bunlar hala gerçek. Sokakta hep beraber otururken başımıza gelebilecek şeyler.
Egehan Kars: Senaryo önüme ilk geldiği zaman müziğin ve oyunculuğun bir arada olması çok ilgimi çekti. Zaten bu amaçla yola çıkarak Işıl Hoca ile bunun üzerine çalışmak, bunu sahneye koymak çok mutlu etti beni.
Mete Toygar Durak: Benim için oyunun şöyle kıymetli tarafı var herkesten ziyade. Ben Galatasaray lisesi mezunuyum, 147 dönemiyim, Işıl Hoca da 106 dönemi bir Galatasaray mezunu. Mezun olduktan sonra en büyük hayalim, Barış Manço’nun, Candan Erçetin’in, Rasim Öztekin’in, Ferhan Şensoy’un, Işıl Kasapoğlu’nun mezun olduğu o liseden bir gün kendi abilerimle böyle bir şey yapabilmekti. Işıl Ağabey ile, benim için o hocadan ziyade bir ağabey, böyle bir işte bulunmak ayrıca kıymetli bir tarafta.
‘İMKAN VERİLİRSE NELER YAPABİLECEĞİMİZİ GÖRÜYORUZ’
Canlandırdığınız karakterleri tanıyabilir miyiz? Hikayedeki rolleri nedir?
Meriç Taner Kadıoğlu: Ben Kaan karakterini oynuyorum. Bir müzik grubuyuz. Seyirci içeri girdiğinde bir bar sahnesi görecek, sahne alıyor olacağız. Kaan, müzikte devam etmek isteyen, babası varlıklı bir çocuk. Yurt dışı hayalleri var. Ceren’le beraberler. Devamı oyunda…
Derya Kahya: Ben de Ceren’i canlandırıyorum. Bankacıyım ve Kaan’ın sevgilisiyim. Konserine geldim, pişman oldum. Neler yaşadığımı göreceksiniz… İyi taraftayız, kime göre iyi tabii orası tartışılır. Şiddet gören taraftayız.
Hivda Zizan Alp: Nil karakterini canlandırıyorum. Kime göre, neye göre iyi konusunda Derya arkadaşıma katılıyorum çünkü o konserde parıl parıl parıldayan insanlarken, sevdiklerimiz oradayken o parıltıdan çok uzak bir yere düşebiliyoruz. Filmin de çok sevdiğim cümlelerinden olduğu için söylüyorum; “İmkan verilirse neler yapabileceğimizi görüyoruz.” Bu yüzden karakter benim için çok değerli. Baştan sona gerçekten istikrarlı bir değişimi var. O şarkı söyleyen, besteler yapan solist kızın birdenbire dönüştüğü kişi tam olarak insanın kendisi. Ben de Mehmet’in canlandırdığı Tufan karakteri ile beraberim, benim sevgilim de bankacı ve biz burada bankacı insanları zora sokan müzisyenleriz aslında.
Ali Onur Olgun: Kötü karakterlerden birini canlandırıyorum. Çetenin bir üyesiyim, oraya bir çete dersek. Çetede herkesin kendi içinde geçmişte bağlantıları var, ben de onlarla yaşayan ve hayatını onlarla geçiren biriyim. Bu gençleri de çok sevmedik. Bu gençler de biraz atarlı. Oyunda barda birtakım olaylar çıkartacağız…
Mete Toygar Durak: Ben de Batu karakterini canlandırıyorum. Batu gruptaki gitaristlerinden ve back vokallerinden biri. Batu ekibin Hasan Tahsin’i diyebiliriz, ilk kurşunu atan, ilk kurşunu yiyen pozisyonu var. Barı basan, şiddet gösterenlerin canavarlığına en yakın karakter de o bence.
Barış Özcan: ‘Barda’ oyunu ciddi düzeyde bir sistem eleştirisi içeriyor. Ben de çete üyesi Patlak karakterini oynuyorum. Hayatta iyiler ve kötüler olarak ayırmak kolay. İyilerin içinde yatan şiddet duygusunu, kötülerin içinde yatan insani ve barışçıl duyguları nasıl ortaya çıkarırız. Oyunda meseleyi biraz da buradan görüyoruz. İzleyici oyunumuzda, iyilerin içindeki kötüyü, kötülerin içindeki iyiyi görebilecek. Bu iki tarafı görmesinin de kendisine tüm bu soruları sorup, artık aksiyona geçmesine neden olacağını umuyoruz. Bu yanıyla, ‘Barda’, insanı, bireyi ve toplumu harekete geçmeye iten bir oyun aynı zamanda.
‘TİYATRO BENİM İÇİN BİR MÜCADELE ALANI’
Oyun, filmde olduğu gibi gerçek bir olaydan esinleniyor. Gerçek olayın tiyatroya uyarlanması sürecinde hikayeye ne tür sanatsal veya etik dokunuşlar yapıldı?
Işıl Kasapoğlu: Oyundaki dünya ve hikaye, filmden oldukça farklı. Bir kere tiyatro benim için bir mücadele alanı ve ben bu alanda meselemi, anlatmak istediklerimi, burada da şiddetin felsefesini ve sosyolojisini anlatmakla uğraşıyorum. O yüzden karakterler, karakterlerin geldiği yerler, kişisel hikayeleri de filmden ve yaşanan olaydan oldukça farklı. Burada, ‘Barda’ oyununda, tüm toplumu esir almış şiddet sarmalını sanatla, tiyatroyla anlatmaya uğraşıyoruz.

‘BURADA BİR DÜNYA YARATIYORUZ’
Nasıl bir hazırlık sürecinden geçtiniz?
Meriç Taner Kadıoğlu: Çok hızlı başladık, yapımla görüştükten sonra ertesi gün geldik ve okumaya başladık. Hemen oynamaya başladık çünkü diğer oyuncular da kurmayı seviyor. Müzik çok çalıştık, Hivda müzik mezunu, Onur da müzik konusunda bize yardımcı oldu. Sonra yavaş yavaş provalarla bir şeyler ortaya çıkmaya başladı.
Hivda Zizan Alp: Geldiğimizde hiçbirimiz birbirimizi neredeyse tanımıyorduk. Aynı okuldan mezun birkaç arkadaş var ya da hani tiyatroda daha önce çalışmış insanlar var ama çoğumuz birbirimizi tanımıyorduk. Tanıyanlar da çok yakın değildi. Ama bir hafta içinde hepimiz birbirimizin fatura günlerini bile biliyorduk. Bu açıdan da çok güzel oldu.
Derya Kahya: Bir süreç aslında bu. Başlarda tabii ki herkese ayrı ayrı kafa yordu, burada çok yoğun çalıştık ve Işıl Hoca’nın disiplinini hepimiz biliyoruz. Hala da devam ediyoruz. Işıl Hoca bir provada ‘Benim dünyamı anlayın, bu yeter’ dedi. Biz burada bir dünya yaratıyoruz. Ekip olarak da birbirimize çok destek olduğumuzu düşünüyorum, o konuda çok şanslıyız.
Toygun Elaldı: Oyunda seyirciler tarafından sorgulanması isteyen bir kavram var. Her suç topluma sorulmuş bir sorudur gibi… Biz bence her gün provalarımızda bunu hâlâ sormaya devam ediyoruz. İyiler ve kötüler olarak ‘Neden bunu yapıyorlar?’ ve ‘Neden yapıyoruz?’ gibi. Muhtemelen perde kapanana kadar da devam edecek bir soru.
Hivda Zizan Alp: Hayat bitene kadar devam edecek…
Ali Onur Olgun: Çok iyi bir yazarla çalışıyoruz. Serhat Yiğit. Bu metin ilk geldiğinde filme daha yakın bir noktadaydı. Serhat bunu inanılmaz bir gayret gösterip 20 kere falan revize etmiş olabilir. Işıl Kasapoğlu, ‘Biz şiddeti sözlerimizle göreceğiz’ diyor, o yüzden o sözleri de gösteren Serhat Yiğit’e de buradan bu vesileyle hem teşekkür edelim hem de tebrik etmiş olalım.
Hivda Zizan Alp: Bence bu anlamda dediğin önemli çünkü sosyal medya çağında hala şiddeti sadece fiziksel zannederken, bu oyun sayesinde insanlara sözel şiddetin de nerelere varacağını canlı canlı göstermiş oluyoruz. Hepimiz uzaktan, klavyeden, yüzünü bile görmediğimiz insanlar tarafından linçlendiğimiz ya da birbirimizi linçlediğimiz bir çağda yaşıyoruz. Evet, burada sahnede fışkıran kanlar, dayak yiyen insanlar seyircinin gözüne sokulacak şekilde yok ama cümlelerin her biri birbirinden ağır. Taşımak çok zor olabiliyor. Üstüne de çok düşünebiliyorsun, sana bu fırsat veriliyor. Herhangi bir yerde, alelade şekilde birine ‘Sen pembesin’ ya da ‘siyahsın’ demenin anlamı ne, hissettirdiği şey ne? Oyunun bunu güzel sorguladığını düşünüyorum.
Egehan Kars: Oyun, daha underground, daha yer altında bulunan bir yerden büyük entelektüel soruları cevaplıyor. İki tarafı da çok güzel anlatıyor. Serhat Yiğit, kendi yaşadığı şeyleri oyuna çok güzel entegre etmiş.
Mehmet Konu: Metnin bir diğer taraftan göstermek istediği şey de, gücün el değiştirince insanların nasıl değişebildiği. Güç el değiştirince, insan nasıl bir davranış sergiler çok kestiremiyor. Sebepsizliğin karşılığında gücün de insanı nasıl bir noktaya getireceği karşısında bir sorgu var oyunda. Bunu da çok değerli buluyorum.
Karakterinizin en zorlayıcı ya da en etkileyici bulduğunuz yönleri nelerdi?
Toygun Elaldı: Çırak karakterini oynuyorum. Aslında saf, temiz bir çocuk. Yanında çalıştığı insanlardan etkileniyor, onlara özenmeye çalışıyor. Bir anda onun da iç dünyası değişiyor, ‘Neden hala o insanlarla beraber kalıyor?’ sorusunun cevabını bulmak değişik bir süreç olmuştu.
Seda Soysal: Ben barmen Sevgi’yi canlandırıyorum. Benim mekanıma, benim sevdiğim arkadaşlarımın olduğu yere bir ekip geliyor, oraya çöküyor. O sarhoş olma halleri hep tanık olduğu bir şey Sevgi’nin. O da bence bu kadar büyüyeceğini beklemiyordu, oyunda da öyle çıkışlar yapıyor. Çok gerçek bir şey yaşadıkları, filmin çıkışının da sebebi bu. Bu gerçek bir olay, film de oyun da bu gerçekliğe dayanıyor. Maalesef bir gün hepimizin başına gelebilecek bir şey.
Derya Kahya: Hem kendi yaşadığımız, hepimizin ayrı ayrı hayatından bir parça var orada. Aynı zamanda en yakın arkadaşımızın düştüğü durum, sevgilimizin düştüğü durum… O yüzden her şey zor.
Mehmet Konu: Tufan karakteri, cinsiyet ayırt etmeksizin şiddeti herkesin görebileceğinin bir kanıtı. Yani şiddeti uygulayan tarafta kadın da, erkek de, yaşlı da, genç de var. Şiddeti gören tarafta ise çok yetenekli müzisyenimiz, gencecik çocuk, birbirini seven ve aynı cinsiyette olan insanlar var. Tufan karakteri bu yolculukta erkekliği alaşağı edilmek üzerine çizilmiş bir karakter bir noktada. Şiddet uygulayan bir kadın, şiddeti gören erkek. Erkekliğiyle dalga geçilen bir birey cinsiyeti ortadan tamamen kaldırıyor, yok ediyor ve yıkıyor. Böyle güçlü bir tarafı var. Tabii çalışırken bunu ortaya çıkarmak biraz zorladı.
Mete Toygar Durak: Batu’nun arkadaşlarını korumak için kendisini hep öne atıp, ‘Tamam ben hallediyorum’ diyor. ‘Yeter’ diyen hep o oluyor ve ilk o kılıcı çekiyor. Fakat ilk kılıcı o çektiği için de ilk darbeyi yemek zorunda kalıyor. Provalarda sahnede arkadaşlarıma baktığımda, içinde bulundukları o hayali dünya altında, gerçeği aradıkları yerde üzüldüklerini, sıkışmışlıklarını görüyorum. Her seferinde, ‘Tamam, ben bunu değiştireceğim’ diyorum. Fakat her seferinde de sonu belli bir yere gidiyor iş haliyle. Bu tabii ki hem psikolojik hem fiziksel olarak çok zorlayıcı bir şey.
Batu’nun şöyle iyi bir tarafı var ve çok kıymetli. Siyasi bakışı hep net ve dik, orada geri adım atmıyor. Ne zaman prova yaparsak ‘Aman geri adım atmayayım’ı arkadaşlarım için çok göz önünde bulundurdum. Benimki böyle bir süreçti, hep onlar için, onlarla beraber… Batu bu oyundaki ‘Kurtuluş yok tek başına; ya hep beraber, ya hiçbirimiz’in yürüyen örneği…
Ali Onur Olgun: Kötüler için bir şey söyleyeyim. Biz kendi aramızda şakayla karışık iyiler ve kötüler diye ayırıyoruz ama oyunun temelinde bununla alakalı bir soru var. Ben oyuna oyuncu olarak katılan son kişiyim. Normalde müzik direktörlüğü ve arkadaşlarıma müzik çalıştırmak için Volkan Akkoç’un asistanı olarak gelmiştim. Metni ilk gördüğümde aklıma Hrant Dink katledildikten bir gün sonra Rakel Dink’in yaptığı açıklama geldi. Metanetle ‘Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim’ demişti. Çok güçlü bir cümle. Bence bu oyunun içerisinde de kendini var eden bir cümle çünkü iyi veya kötü değil. İnsan, insan. Şartlarını belirleyen, onu bir yere getiren koşullar var. Kimse katil doğmuyor ya da kimse kötü veya iyi olarak doğmuyor. Süreç içerisinde evriliyor. Bunun için de bir sürü şey sayabiliriz. O yüzden bence kimse tam olarak iyi değil, kimse tam olarak kötü değil. Bence oyunun içinde de biraz bunu görüyoruz.
Egehan Kars: Gündelik hayatta çok maruz kaldığımız bir çatışma aslında bu. Ben normalde de zaten hayatımda hep davulcu sıfatıyla adlandırdığım için oyunda da davulcu sıfatım var. O yüzden hayatta yaşadığım bazı çatışmaları oyunun içinde görebiliyorum. Bazen markete girdiğimizde bile okumuş çocuk, serseri çocuk, entel dantel bir insan çatışması görülüyor.
‘KÖTÜLER ESKİYE GÖRE DAHA CESUR’
Filmdeki olaylar 2007’den bugüne nasıl evrildi sizce? Bugün böyle bir olay yaşansa günümüzde tepkisi farklı daha farklı olur muydu?
Meriç Taner Kadıoğlu: Tabii daha çok insana ulaşır ama ben yaptırımların çok farklı olacağını düşünmüyorum. Bir afla herkes dışarı çıkabiliyor.
Hivda Zizan Alp: Toplumda öyle bir kutuplaşma var ki… Canlandırdığım karakter olan Nil’in nerede oturduğunu, sabahları ne kahvaltı yaptığını bilebiliyorum. Nil benim için bile aşırı şanslı ve uç bir yerde. Toplum olarak empati kuramadığımız insanlar yok gibi davranıyoruz, onlar sadece bir sayı, bir resim, bir fotoğraf, 2 boyutlular. Kartalkaya’da bile yangında ölen insanların gelir durumu üzerinden ölümü hak etmesi ya da hak etmemesi durumunu çıkarabildik. Şimdi bu olay yaşansa ne kadar sahip çıkılırdı bilmiyorum.
Mete Toygar Durak: Ben şuna inanıyorum, kötü insanlar hep vardı ve hep olacak. Bunun önüne geçmenin bir yolu yok ne yazık ki. Ama o günden bugüne geldiğimizde bunun önüne geçmek için herhangi bir çalışma yapıldı mı? Veya o günden ileri gittik mi? Temel problem tam olarak bu. Trafikte bile ‘Ne bakıyorsun?’ ya da ‘O arabanın önüne nasıl kırdın?’ dediğinde arabasının camından silah gösterebilen insanların olduğu bir yer haline geldik. Acaba bir cesaretlendirme mi var o günden bugüne diye sorabiliriz o nedenle. Çünkü bence kötüler daha cesur eskiye göre.
Meriç Taner Kadıoğlu: Bu konudaki fikrim şey hınç. Hıncını çıkarmak. Aslında mesele orada sen ya da ben değiliz. Bizim oyundaki meselemiz de o.
Egehan Kars: Devamlı ötekileştirmenin yarattığı baskı gibi. Çünkü her türlü tercihten ötekileştiriliyoruz.
Ali Onur Olgun: Bunların hepsi aslında bir nevi politika. Bunu tüm dünya ülkeleri, tüm dünya hükümetleri zaten uygularlar. Hissizleştirmek biraz böyle bir şey. Ellerinde bütün basın yayın organlarını tutan güçlerden bahsediyorum. Tek bir güçten değil. Ya onun dediğini görürsün ya öbürünün dediğini görürsün. Ortada yaşanan bir sürü hayat var, onları da çok kısa kısa geçiyoruz. Bizim ülkemizin atlattığı badireleri, bir haftada yaşadığımız olayları dünyanın başka bir ülkesinde sene içerisinde yaşamıyorlardır diye tahmin ediyorum. Bu da artık bir yerden sonra karşılık bulamayınca, yani suçlular ceza almayınca insanlarda bir adaletsizlik kavramı ortaya çıktı. Bence ülkemizin en büyük problemi o. Önce adaletin yerine oturması gerekiyor ki diğer şeyleri konuşabilelim.
‘ŞİDDETİN HEPİMİZİN İÇİNDE OLDUĞUNU GÖSTERMEYE UĞRAŞTIM’
Oyun ‘Biz size ne yaptık?’ sorusuyla izleyiciyi yüzleştirmeye çalışıyor. Bu bağlamda tiyatro toplumsal şiddeti sorgulamak için sizce nasıl bir alan sunuyor?
Işıl Kasapoğlu: Bu soruyu oyunda hem gençler çeteye soruyor ama aynı zamanda çete üyeleri de gençlere soruyor. Yani şiddeti yaşayan da yaşatan da bu soruyu, aslında topluma, iktidara, sorumlu kim varsa ona soruyor. Pek çok insan bugün hem dünyada hem de ülkemizde umutsuz. Umudu kaybetmemek önemli. Ben hayatım boyunca tiyatro sahnesinde bir şeyler anlatmaya uğraştım. Tiyatroda anlatmak istediğim şeyleri anlatarak umuda tutunuyorum ben de. ‘Barda’ oyununda da şiddeti anlatıyorum ama şiddeti sadece kötülerin içine sıkıştırarak sormuyorum. Bu oyunda bir meselem var ve bu meseleyi anlatırken, şiddetin hepimizin içinde olduğunu göstermeye uğraştım. Bu herkesin içindeki şiddetle biz ne yapıyoruz, nasıl bizi şiddete iten sebeplerle uğraşıyoruz ve bunu nasıl engelleyebiliriz, herkes onu sorsun istiyorum. Oyunda, izleyiciye 1 buçuk saat boyunca eşlik ediyorum, hep beraber aynı soruları soralım, biraz üstünde düşünelim.
Ali Onur Olgun: Bundan 110-120 sene önce tiyatronun toplumlar için ifade ettiği şey kameranın lensinin içeri dahil olmasıyla değişti. Biraz önemli yitirdi gibi ama tiyatro belki toplumları, kitleleri değiştirmese bile insanları bireysel olarak dönüştürme kudretine sahip. Buradan bir kızıl devrime gitmeyeceğiz belki ama bu oyundan sonra en azından bir insan bile gündelik hayatındaki o şiddetli tarafına törpüleyebilirse o bile bir kazanımdır diye düşünüyorum.
Mete Toygar Durak: Tiyatro ilk çıktığı tarihten beri, toplumda yürümeyen veya sanatçıların dalga geçmek istediği, yanlış gördüğü şeyleri eleştirdiği alan. Bu yüzden her şeyden önce tiyatro cesur olmazsa hiçbir şey cesur olmaz. ‘Biz size ne yaptık?’ gibi ağır bir sorunun, insanın yüzüne vurulacağı bir yer varsa tiyatrodur. Çünkü o oraya gelene kadar 800 parametreden geçmiştir. Tiyatro da bir şeyi eleştiremez hale gelirse, ‘Biz bunu yapmayalım’, ‘Biz bunu söylemeyelim’, ‘Biz bunu demeyelim’e gelirsek artık konuşulması gereken başka büyük parametreler olduğuna inanıyorum. İnsanlar ‘Barda’da mısın? Nasıl olacak o iş, sert değil mi?’ dediğinde, ‘Evet, sert. Evet, +18’ diyorum. Çünkü böyle olmak zorunda, bunu ancak böyle anlatabiliriz, değerli kılabiliriz.
Hivda Zizan Alp: Gaspar Noe’nin ‘Irreversible’ filminin Cannes Film Festivali’ndeki ilk gösteriminde insanlar filmden kaçıyorlar. Kimisi ‘Bakamadım bile, 20 dakika korkunç bir sahne vardı’ diyerek çıkıyor. Tabii ki tiyatroda da seyircinin elini kolunu bağlayıp oturtmuyoruz, herkesin çıkma özgürlüğü var. Bu bir oyun da olsa her şey canlı, karşında. Toplum olarak toplumu izliyorsun gibi olduğu için kaçamamazlık yaşıyorsun. Filmden çıkan insanlar bir şekilde bunun bir kurgu olduğuna inanabiliyor. Tiyatroda ise herkesle birlikte tanık oluyorsun olaya. Oyuncunun nefesini bile duyuyorsun. O bir an çünkü bir şekilde ileri ya da geri saramıyorsun. Bu sahneyi geçeyim diyemezsin, durdurup nefes alamazsın. Anca kaçabilirsin ama saklanamazsın.
Derya Kahya: Sonuç olarak her karakterin çok kıymetli bir sözü var. Oyunun çok ciddi bir sözü var. Bir kişi bile buradan bir şey öğrense ne mutlu bize.