Kırmızı çoraplı kız

Margo Guryan dinliyorum, Snoopy karikatürleri okuyorum ve kahve içiyorum. Güzel bir sabah bu. Kış güneşinin aydınlattığı salona yayılan melodiler kadar hafif ve yumuşak… Ama yazmak söz konusu olduğunda, iş birden ciddiye biniyor.

Elime defterimi alıp da bu sihirli an hakkında birkaç cümle karalamaya kalkıştığımda, her şey bir anda bir anıya dönüşüyor ve ellerimin arasından kayıp gidiyor. Bense içimdeki eleştirmenle baş başa kalıyorum. İçimdeki eleştirmen yazdıklarımı okuyor ve her zamanki gibi homurdanıyor.

Ne de olsa Snoopy gibi yazmak kolay değil. Bir kere, çocukluğumdan beri beni rahat bırakmayan o kötü kalpli eleştirmeni susturmak zorundayım bunu yapabilmek için. Oysa Snoopy’nin içinde böyle biri yaşamıyor. Kimse ona parmağını sallayıp daha iyisini yapabileceğini söylemiyor. O zaten en iyisini yaptığını düşünüyor. Daktilosunun tuşlarına vururken kendi kendine gülümseyen Snoopy, “Yazdıklarımın büyük bir hayranıyım!” diye haykırıyor. Sonra göz kırparak ekliyor: “İyi olduğunu bildiğin bir şey yazmak harika bir duygu!”

Belki azıcık da olsa onun gibi olmayı denesem fena olmaz, diye düşünüyorum. Derken Margo Guryan “Sunday Morning” şarkısını söylemeye başlıyor. Ben de müziğin sesini biraz daha açıyor ve Snoopy’yi büyük Amerikan romanını yazdığı kırmızı kulübesinin üzerinde bırakıp telefonumu karıştırmaya başlıyorum. Karşıma Amerikalı ressam Milton Avery’nin “Yazı Yazan Kız” (Girl Writing, 1941, The Phillips Collection) resmi çıktığında bunun bir tesadüf olup olmadığını sorgulamak zorunda kalıyorum, çünkü resimdeki kızı Margo Guryan’a benzetiyorum.

“Yazı Yazan Kız” resminde, yazı masasının başında oturup bir şeyler yazan kırmızı çoraplı bir kız görülüyor. Kızın elbisesi tıpkı mavi şifonyerin üzerinde duran taze çiçekler gibi bembeyaz. Yazarken yüzü hafifçe pembeleşmiş ve kâkülleri gözlerine dökülüyor. Onun ne yazdığını bilmiyorum ama çoktan Margo adını verdiğim bu kızın, bu küçük, yeşil duvarlı odada, tıpkı Snoopy gibi katıksız bir mutlulukla, rüyalardan damıtılmış şarkı sözleri yazdığını düşünmek hoşuma gidiyor.

Kırmızı çoraplı kız - Resim : 2

Ressam Milton Avery bu resmi tamamladığında Margo Guryan henüz dört yaşındaydı. Büyüdüğünde, bana göre 1960’lı yılların dünyaya armağan ettiği en güzel pop ve caz şarkılarından bazılarını yazacaktı. “Take a Picture” albümü yağmurlu bir pazar akşamı bir kafede içilen sade kahveye atılan şeker gibi tatlı olacaktı. 1990’lı yıllarda müzik severler tarafından yeniden keşfedilecek, günümüzde ise bir kez daha baş tacı edilecekti.

Kırmızı çoraplı kız - Resim : 3

Margo’nun çocukluğu New York’un banliyö mahallelerinden birinde, küçük piyanosunda klasik müzik eğitimi alarak geçmişti. İlk gençliğinde caza yönelmiş, kendi kendine şarkılar yazmaya başlamıştı. Bunda da oldukça iyiydi. Pop müzikle tanışması ise 60’larda The Beach Boys ile gerçekleşti. Margo bir arkadaşının tavsiyesi üzerine ‘God Only Knows’ şarkısını dinledi ve bundan böyle bu müziği yapmak istediğine karar verdi.

Yıllar onu müzikten uzaklaştırıp öğretmenliğe yöneltse de, Margo Guryan’ın şeker gibi melodileri her on yılda bir yeniden keşfedildi. Margo 2021’de, seksen dört yaşında, Los Angeles’taki evinde hayata veda etti. Ölümünden üç yıl sonra ise günümüzün sevilen indie şarkıcıları ve söz yazarları bir araya gelerek “Like Someone I Know: A Celebration of Margo Guryan adlı toplama albümü kaydetti.

https://www.youtube.com/watch?v=videoseries

Bu albümü seviyorum. Özellikle de Clairo, Bedouine ve Margo Price’ı, Margo’nun şarkılarını yorumlarken dinlemek bana çok sihirli geliyor. Bu albümü seviyorum, çünkü bana hiçbir ağırlığım yokmuş gibi hissettiriyor. Hayalimde Margo kırmızı çoraplar giyiyor ve yazı masasının başında şarkı sözleri yazıyor. Yazarken insanın başına sık sık geldiği gibi, bu yeşil odada da zaman durmuş ve vazodaki beyaz çiçekler asla solmuyor.

Belki bir ara içeriye ressam Avery’nin Picasso adındaki küçük köpeği de giriyor. Etrafı kokluyor, Margo’dan bir öpücük kapıyor ve çıkıp gidiyor. Margo ise dalgın dalgın gülümseyerek yazmaya geri dönüyor. Bana gelince… Ben bu sabah, zamanın durduğu bu küçük salonda, Margo Guryan’ın ‘Sunday Morning’ şarkısını dinliyor, arada sırada kucağımdaki kitaptaki Snoopy karikatürlerine bakıyor ve kahve içiyorum. Güzel bir sabah bu, diye düşünüyorum. Yazmayı neredeyse Snoopy kadar çok severken, içimdeki kötü kalpli eleştirmenin bu anı mahvetmesine izin vermek istemiyorum. Bu yüzden şarkıyı başa alıyorum ve bir kez daha, oturup yazmaya başlıyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir